Düşman kim?

ilüstrasyon: Raza Shahid

Kötülüğünden emin olunan ve hakkından gelinmemiş her tehdit düşman.

Görüş mesafesinin dışında kalan ile kör noktada duranlar da hesaba dahil.

Düşman bu durumda, bir anlamda “düş adamlar.”

Oralarda bir yerlerde ve hatta yakınlarımızda ancak göremiyoruz.

Ancak “sanrı” değiller.

Bir de tam aksi var. “Görüş mesafesinde ve göz önünde” olanlar.

“Düşman” demem ürkütmesin sizi.

Düşman, savaşın olmazsa olmazı “taraf” elbette.

Düşmanın olması sıcak bir savaşı mecbur kılmıyor.

Düşmanın varlığı ve tehdidi, sizin de zorunlu olarak “safınızı seçmeniz ve bunu icbar etmeniz” anlamına geliyor.

Sıcak bir savaş yoksa, muarızları “düşman” olarak tanımlamak insafsızlık gibi gelebilir.

İyi ama, “muarızların” yaptığı “düpedüz düşmanlıksa”, onları “düşman” olarak tanımlamakta “ne mahsur” olabilir ki?

“Düşmanlık eden düşmandır.” Romantizme lüzum yok.

Kaldı ki, silahının namlusunu bir sebeple, bu millete doğrultmuş bir örgütler var.

Düşmanın “göz önünde” olanına karşı yapılacak bellidir.

En kötü ihtimalle “savunma ve direnişe” geçersiniz.

Derdim, “görüş mesafesinde olmayan” yahut “kör noktada” duran “düşmanlara” dikkat çekmek.

Bunlar düşmanların “en tehlikelisi” demem de yerinde olur.

İnançlarımı, hayat tarzımı, silahlar yahut yasalar ile zapturapt altına alan, almak isteyen ve tehdit eden herkes düşmandır bana.

Beylik sloganlarla razı etmeye zorladıkları “şeyin” benim hayrıma olmadığı apaçıkken, kullanılan “sempatik semboller, popüler dil ve argümanların” ne önemi olabilir ki?

Onların, demokrasi, eşitlik, barış, kardeşlik “mavralarına” kanmam veiknâ olmam için “aklımı peynir ekmekle yemiş” olmam gerekir.

Yüzyıl boyunca bu “güzel kavramlarla kurdukları yalan cümlelerle” kendi erk ve statükolarının hayrına hizmet etti bu münafıklar.

Mevziinde siper almış bir düşman göremiyoruz ancak, “sistemli ve münafıkça” bir düşmanlığa maruz kalıyoruz.

Otomatik silahların namlusundan boşalan amansız yaylım ateşi “aratmıyor” insafsız ithamları, yalan ve iftiraları ve yaygaraları.

Gövdemizde derin yaralar açılmıyor belki, maneviyatımız insafsızca delik deşik ediliyor.

Cephe yok. Kime nişan alacağımızı bilmiyoruz. Düşman her yerde.

Algıları bozulmuş, ayarları kaymış, bilinç kaybı yaşayan, yön yitimine uğramış herkes bu düşmanlığın bir “parçası.”

Sosyal demokratlar, sosyalistler, faşistler, ulusalcılar, Kemalistler, liberaller ve onların sloganlarına kanan “saftirikler” “sürekli birbirlerinin safına kayıyor.”

Aykırı ideolojileri birbirine yakınlaştıran, “düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışı.

Oysa, kendi hallerine kaldığında “yaptıkları ittifakları sürdürme imkânları yok.”

Geçtiğimiz seçim öncesi sergiledikleri tavır ve seçim sonrası başlarına gelen trajedi tam olarak buydu.

Beni, insanî ve vicdanî olarak aykırı bir dünyadan olanla, düşmanlığını gizlemek ne kelime, yekten sergileyen ideoloji ve dünya görüşleriyle bir “koalisyona” zorlayanlar da düşman.

Üstelik birlikte iş tutmaya zorladıkları “Darbeci”, “muhtıracı”, “vesayetçi” statükocuların, milleti “zapturapt” altında tutmak için yaptıkları “sürek avları” ve “vukuat dolu geçmişi” hâlâ zihnimizde bütün canlılığını korurken.

Son tahlilde, bütün çelişkileriyle uzlaşmaya hazır olanların derdi de, ideolojileri ve zihniyetlerini “devlet gücünden” mahrum etmemek.

“Onlar bunun nasıl farkındaysa, biz de öyle farkındayız.”

Ne deyim ki…

Özetle, mevziimizdeyiz.

Bir cevap yazın